- Pınar EZGİN
- Koşuyolu Psikolog , Üsküdar Terapist , Ergen , Ergen cinselliği , Ergenlik , Psikanalitik , Psikanaliz , Freud
- 17 Ekim 2024
- 11
Ergenlik, bireyin hem biyolojik hem de psikolojik olarak büyük dönüşümler yaşadığı bir dönemdir. Bu süreç, fiziksel gelişimle birlikte cinsel kimliğin şekillenmeye başladığı bir zaman dilimini kapsar. Psikanalitik teori, ergen cinselliğini sadece bedensel değişimlerle sınırlı görmez; bilinçdışı süreçler, arzular ve içsel çatışmaların bu dönemde nasıl şekillendiğini anlamaya odaklanır. Peki, ergenlik döneminde cinsellik nasıl ele alınmalı ve psikanalitik perspektiften ne anlamalıyız?
Ergen Cinselliğinin Psikanalitik Temelleri
Freud’un psikanalitik teorisine göre, cinsellik sadece yetişkinlik dönemine özgü bir olgu değildir; doğumdan itibaren çeşitli evrelerden geçerek gelişir. Oral, anal, fallik ve latent evrelerden geçen birey, ergenlik döneminde genital evreye girer. Bu evrede, cinsel arzular bilinçli hale gelir ve karşı cinse ya da aynı cinse yönelir. Ergenlik, bu arzuların dışavurumu ve aynı zamanda içsel çatışmaların yoğunlaştığı bir dönemdir.
Psikanalitik bakışa göre, ergen cinselliği, yalnızca biyolojik dürtülerin ortaya çıkışı değil; aynı zamanda geçmiş deneyimlerin, aile ilişkilerinin ve bilinçdışı süreçlerin yeniden yapılandığı bir dönemdir. Ergen, ebeveyn figürlerinden ayrılma, kimlik oluşturma ve cinsel arzularını anlamlandırma süreçlerini aynı anda deneyimler. Bu karmaşık süreçler, bilinçdışı çatışmaların yüzeye çıkmasına neden olabilir.
Cinsel Kimliğin Şekillenmesi
Ergenlik dönemi, bireyin cinsel kimliğini bulmaya başladığı önemli bir süreçtir. Freud’a göre, bu dönemde birey, çocukluk dönemindeki bastırılmış arzularla ve Oidipal çatışmalarla yeniden yüzleşir. Oidipal kompleks (Freud’un fallik evrede açıkladığı), çocuğun karşı cinsten ebeveyne karşı duyduğu bilinçdışı cinsel arzuları ve aynı cinsten ebeveynle olan rekabet duygularını ifade eder. Bu çatışmalar, ergenlik döneminde yeniden aktif hale gelir, ancak bu sefer bireyin cinsel kimliğini bulmasına katkıda bulunur.
Freud’un takipçileri, özellikle Anna Freud ve Erik Erikson, ergen cinselliği konusunda daha kapsamlı bakış açıları geliştirmiştir. Erikson’un kimlik kuramına göre, ergenlik dönemi, bireyin "kimim ben?" sorusunu sorduğu ve kimlik krizi yaşadığı bir dönemdir. Cinsel kimlik bu sürecin önemli bir parçasıdır. Ergen, cinsel arzularını keşfederken, aynı zamanda bu arzuların sosyal ve kültürel normlarla nasıl uyum sağlayacağını anlamaya çalışır.
Ergenlik Dönemindeki Cinsel Çatışmalar
Psikanalitik perspektif, ergenlik dönemindeki cinsel çatışmaların kökenini çocukluk deneyimlerine dayandırır. Ergenler, cinsel arzularının yoğunlaştığı bu dönemde, bu arzuları kabul etmek ve onları anlamlandırmakta zorlanabilirler. Aynı zamanda, cinsellik konusunda toplumsal baskılar ve aileden gelen değerlerle çatışabilirler. Bu süreç, içsel bir gerilim yaratır ve bazen bu gerilim, savunma mekanizmaları aracılığıyla dışa vurulur.
Örneğin, cinsel arzularını bastırmak için yüceltme (sublimasyon) mekanizmasını kullanabilirler. Yani, cinsel dürtülerini daha kabul edilebilir sosyal faaliyetlere yönlendirebilirler. Diğer bir yaygın savunma mekanizması ise inkârdır. Ergen, kendi cinsel kimliğini ya da arzularını inkâr ederek bu duygularla yüzleşmekten kaçınabilir.
Ayrıca, ergenler bu dönemde sıklıkla bir ideal arayışı içindedirler. Kendilerini "idealleştirdikleri" bir figürle özdeşleştirerek (bu bir öğretmen, bir arkadaş ya da bir ünlü olabilir), kendi cinsel kimliklerini ve arzularını anlamlandırmaya çalışırlar. Bu süreç, sağlıklı bir gelişim süreci olabilir, ancak bazen bu ideal figürlerle olan bağ, cinsel arzuların yansıtıldığı karmaşık ilişkilere dönüşebilir.
Ebeveynlerle Olan İlişkinin Rolü
Psikanalitik kuram, ergen cinselliğini anlamada ebeveyn-çocuk ilişkisine büyük önem verir. Ergenlik dönemi, ebeveyn figürlerinden ayrışma ve bireyselleşme sürecidir. Ancak bu süreç, aynı zamanda çocukluk dönemindeki bastırılmış duyguların yeniden su yüzüne çıktığı bir dönemdir. Ergenler, bilinçdışı düzeyde ebeveynleriyle olan geçmiş çatışmalarını çözme çabası içindedirler. Bu, bazen ebeveynlerle olan ilişkide gerginliklere ve çatışmalara yol açabilir.
Bu süreçte ebeveynlerin rolü, ergenin bireyselleşme çabasını desteklemek ve cinselliğini keşfetme sürecinde ona güven vermek olmalıdır. Ancak, psikanalitik kurama göre, ebeveynlerin kendi cinsel geçmişleri ve bastırılmış duyguları da bu süreci etkileyebilir. Ebeveynin bilinçdışı çatışmaları, ergenin cinselliğiyle olan ilişkisini dolaylı yoldan şekillendirebilir.
Sonuç
Psikanalitik perspektiften bakıldığında, ergen cinselliği sadece bedensel ve biyolojik bir gelişim süreci değildir; bilinçdışı arzuların, çatışmaların ve geçmiş deneyimlerin bu dönemde yeniden şekillendiği karmaşık bir süreçtir. Ergenler, hem kendi cinsel arzularını anlamlandırmak hem de kimliklerini inşa etmek için yoğun bir içsel mücadele verirler. Ebeveynlerin ve toplumsal normların bu süreçteki etkisi, ergenin sağlıklı bir cinsel kimlik geliştirmesinde kritik bir rol oynar.
Unutulmaması gereken, ergenlik döneminde ortaya çıkan cinsel duyguların ve çatışmaların doğal olduğu ve bu sürecin sağlıklı bir bireyselleşme ve kimlik oluşumuna katkı sağladığıdır. Psikanalitik yaklaşım, ergen cinselliğini bu bilinçdışı süreçlerle bir arada değerlendirir ve ergenin duygusal gelişiminin anlaşılmasında derin bir bakış açısı sunar.